Öne Çıkan Psikoloji

HAYIR DİYEMEYEN KENDİNE EVET DİYEMEZ!

Kaygı, Uyum ve Sınırlar Arasında Hayır Demenin Psikolojisi – Bireysel Perspektiften Bir Değerlendirme

Günlük yaşamın pek çok anında içimizden “hayır” demek geçerken, dudaklarımızdan istemsizce “evet” kelimesi dökülür. Davetler, talepler, beklentiler ve roller arasında sıkıştığımızda, çoğu zaman başkalarını kırmamak uğruna kendimizi ihmal ederiz. Oysa “hayır” demek, yalnızca bir karar vermek ya da bir davranışı reddetmek değildir; bu eylem, bireyin kendi benliğine sadık kalmasının, öz değerlerini korumasının ve içsel bütünlüğünü sürdürmesinin bir yoludur.

“Hayır” diyebilmek, bireyin ben olma hakkını talep etmesidir. Bu hak, başkalarının taleplerine karşı direnç göstermeyi değil, kendi sınırlarını tanımayı ve onurlandırmayı içerir. Kimi zaman bir çatışma, kimi zaman bir korku olarak belirse de, hayır demek özsaygının, özerkliğin ve kimlik bütünlüğünün sessiz savunucusudur.

Bu yazı, hayır deme davranışını bir bireysel hak ve benlik ifadesi olarak ele almakta; kişilik yapısı, özgüven, özsaygı, bağlanma biçimleri ve özerklik algısının bu davranış üzerindeki belirleyici etkilerini tartışmaktadır.

Beş Faktörlü Kişilik Kuramı (Big Five Personality Theory) ve Hayır Demek

Bireyin hayır deme becerisi, büyük ölçüde kişilik yapısıyla ilişkilidir. Beş Faktör Kişilik Kuramı (Big Five Personality Theory), kişiliği dışadönüklük, sorumluluk, deneyime açıklık, uyumluluk ve nevrotiklik olmak üzere beş temel boyutta ele alır. Bu bağlamda özellikle iki boyut, hayır deme davranışını yakından etkiler: Nevrotiklik ve Uyumluluk.

Nevrotiklik (Neuroticism), bireyin olumsuz duygulara karşı aşırı duyarlılığını ifade eder. Bu boyutta yüksek puan alan bireyler, hayır dediklerinde suçluluk, kaygı ve pişmanlık gibi duygulara daha yatkındır. Karşı tarafın tepkisinden çekinmek, yanlış anlaşılma korkusu ya da sevilmeme endişesi, bireyin “evet” deme yönünde otomatik bir tepki geliştirmesine neden olabilir.

Uyumluluk (Agreeableness) ise başkalarının ihtiyaçlarına duyarlılık, empati ve yardımseverlik gibi özellikleri içerir. Uyumluluğu yüksek bireyler, çatışmadan kaçınma ve ilişkisel uyumu koruma arzusu nedeniyle hayır demekte zorlanırlar. Kendi sınırlarını korumakla başkasını memnun etmek arasında sıkışan bu bireyler, uzun vadede içsel gerilim ve tükenmişlik yaşayabilirler.

Nevrotiklik ve uyumluluk düzeylerinin birlikte yüksek olduğu bireylerde hayır diyememe davranışı daha belirgin hale gelir. Bu kişiler, hem başkalarının beklentilerine boyun eğme eğilimindedir hem de kendi duygusal tepkilerinden kaynaklı içsel çatışmalar yaşarlar. Hayır demek, bu bağlamda hem bir dışsal tehdit hem de bir içsel yük halini alır (Graziano, Jensen-Campbell, & Hair, 1996; La Guardia, Ryan, Couchman, & Deci, 2000; O’Brien & DeLongis, 1996).

 

Özsaygı (Self-Esteem)

Özsaygı, bireyin kendilik değerine dair sahip olduğu genel yargıyı ifade eder. Yüksek özsaygıya sahip bireyler, onaylanma ihtiyacını başkalarının tepkilerine göre değil, kendi değer yargılarına göre düzenler. Bu bireyler, ilişkileri zedelemeden hayır diyebilmeyi başarabilirler.
Düşük özsaygıya sahip bireylerde ise başkalarının gözündeki imaj, kendi değerlerinin önüne geçer. Bu da bireyi hayır diyememe sarmalı sokar.

Özgüven (Self-Confidence)

Özgüven, bireyin kendi kararlarını alabilme ve uygulayabilme kapasitesiyle ilgilidir. Hayır demek çoğu zaman çatışma riskini de beraberinde getirir. Özgüveni yüksek birey, bu riskin sorumluluğunu alabilir.
Buna karşılık özgüveni düşük bireyler, başkalarının beklentilerine uyum sağlamakta bir tür güvenlik duygusu bulur. Bu da onların hayır deme becerilerini zayıflatır.

Bağlanma Stili (Attachment Style)

Bağlanma kuramı, bireylerin çocukluk döneminde geliştirdiği ilişki kalıplarının, yetişkinlikteki yakın ilişkiler üzerinde belirleyici etkisi olduğunu savunur. Bu kurama göre, kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler, sevilmeme ya da terk edilme korkusuyla “hayır” demekten kaçınabilirler. Başkalarının onayına duydukları ihtiyaç, sınır koyma konusunda içsel çatışmalara yol açar.

Buna karşılık, güvenli bağlanma stiline sahip bireyler bir ilişkinin yalnızca uyuma değil, karşılıklı saygı ve bireysel sınırlara da dayandığını içselleştirmiştir. Bu bireyler, hem “hayır” demekte zorlanmazlar hem de bir başkasından “hayır” yanıtı aldıklarında bunu kişisel bir tehdit olarak algılamazlar. Reddedilme ya da reddetme durumları, duygusal düzenlemelerini zedelemeden işlenebilir.

Bu da güvenli bağlanan bireylerin, ilişkisel bütünlüklerini koruyarak daha sağlıklı ve net sınırlar koyabilmelerini mümkün kılar.

Özerklik Algısı (Perceived Autonomy)

Özerklik, bireyin yaşamında kendi seçimlerini yapabildiğine ve bu seçimlerin sorumluluğunu taşıdığına dair sahip olduğu kabuldür. İçsel kontrol odağına sahip bireyler, kararlarını kendi değerleri ve ihtiyaçları doğrultusunda verirken; dışsal kontrol odağına sahip bireyler için başkalarının beklentileri ve onayı belirleyici hale gelir.

Bu nedenle hayır diyebilmek, yalnızca bir karar verme biçimi değil; aynı zamanda bireyin kendi yaşamına yön verme hakkını sahiplenmesi anlamına gelir. Özerk birey, “evet” deme kadar “hayır” deme hakkını da kendine tanır — çünkü her ikisini de aynı özden, yani özgür iradeden besler.

Hayır Demek: Kişisel Özgünlükten Toplumsal Sağlığa

Hayır diyebilmek, yalnızca bireyin kişisel bütünlüğünü korumasını değil; aynı zamanda toplumsal ilişkilerin sağlıklı ve dengeli bir biçimde örgütlenmesini mümkün kılar. Bu yazı boyunca ele aldığımız gibi, hayır deme becerisi; bireyin kişilik özellikleri, özdeğer algısı, ilişki dinamikleri ve özerklik duygusu gibi temel psikolojik yapılarla yakından ilişkilidir.

Kendi sınırlarını tanıyan birey, yalnızca duygusal olarak daha dirençli değil; aynı zamanda ilişkilerinde daha tutarlı, açık ve dürüst bir duruş sergiler. Çünkü sınır koymak, yalnızca bir koruma değil; aynı zamanda başkalarının sınırlarına saygı göstermenin de bir ifadesidir.

Bu bağlamda, hayır demeyi öğrenmek yalnızca bir beceri değil; bireyin kendilik değerini koruyarak özgürleşmesinin yoludur. Ve bu özgürlük, hem kişisel gelişimin hem de daha adil ve sürdürülebilir bir toplumsal yapının temelini oluşturur. Özgün bireyler, yalnızca kendi yaşamlarında değil; içinde bulundukları toplumsal dokuda da şeffaflık ve denge yaratabilirler.

Psikiyatrist ve varoluşçu terapist Viktor Frankl’ın şu sözleri, bu sorumluluğu ve gücü yalın bir dille hatırlatır:

“Uyarıcı ve tepki arasında bir boşluk vardır. O boşlukta, tepkimizi seçme gücümüz yatar. Tepkimizde, gelişimimiz ve özgürlüğümüz saklıdır.”

(Frankl, 2006)

Bu yazı, üç ana başlıkta ele almayı planladığımız “hayır demenin altında yatan psikolojik mekanizmalar” dizisinin ilk ayağı olarak, bireysel perspektifi temel aldı. Takip eden çalışmalarda ise sosyal bağlam ve durumsal koşullar çerçevesinde bu önemli konuyu derinleştirmeye devam edeceğiz.

Stajyer Psk. Merve Taşbakan

Kaynakça

Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books.

Costa, P. T., & McCrae, R. R. (1992). Revised NEO Personality Inventory (NEO PI-R) and NEO Five-Factor Inventory (NEO-FFI). Psychological Assessment Resources.

Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227–268.

Frankl, V. E. (2006). Man’s Search for Meaning. Beacon Press.

Rosenberg, M. (1965). Society and the Adolescent Self-Image. Princeton University Press.

Hoşuna Gidebilecek Olan Yazılar

Read More