Genel Öne Çıkan Psikoloji Yaşam

Ekranla Büyüyen Nesil: Erken Yaşta Dijital Maruziyetin Beyin Gelişimine Etkisi

 

 

   Artık yemek yemeyen bir çocuğa kaşıkla değil, ekran yardımıyla yemek yediriyoruz yeter ki yesin diye. Telefon ya da tablet açılmadan sofraya oturmak imkansız hale geldi neredeyse. Yetişkinler olarak da pek farklı sayılmayız; tek başımıza yemek yerken bir şey izlemiyorsak o öğün bir eksik kalmış gibi hissediyoruz. Hemen YouTube’dan bir video ortak oluyor yemeğimize. Sabah uyanır uyanmaz ilk iş telefona uzanıyor, gece yatarken ekran ışığıyla uykuya dalıyoruz. Hal böyleyken, dijital ekranlar çocukların dünyasında oyuncaktan çok daha fazlası haline geliyor ama tam da bu noktada sormamız gereken kritik bir soru var: Ekranla bu kadar erken yaşta tanışan bir beyin, sağlıklı bir şekilde gelişebilir mi?

Nöroplastisite Döneminde Gelen Uyaranların Etkisi

   Yaşamın ilk altı yılı, beynin en hızlı geliştiği dönemdir. Bu süreçte beyin, dış dünyadan aldığı uyaranlara göre şekillenir. Bu esnekliğe nöroplastisite adı verilir. Nöroplastisite, beynin yeni bağlantılar kurma ve çevresine uyum sağlama kapasitesidir (Kolb & Gibb, 2011). Bu döneme “nöroplastisitenin altın çağı” diyebiliriz. Ancak burada önemli bir ayrım vardır: Her uyaran eşit gelişim sağlamaz. Gerçek yaşamda kurulan yüz yüze etkileşimler, mimikler, ses tonları ve oyunlar; beynin sosyal, duygusal ve bilişsel alanlarını dengeli şekilde uyarır. Oysa ekranlar, özellikle hızlı ve tekrar eden görsellerle dikkat sistemini zorlar, daha yüzeysel bir uyarım yaratır. Prefrontal korteks gibi dikkat ve dürtü kontrolüyle ilgili alanlar, deneyime dayalı olarak gelişir (Shonkoff, Boyce & McEwen, 2012). Ekran karşısında uzun süre pasif kalmak, bu bölgelerin gelişimini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca ekranların dopamin sistemini aşırı uyarması, çocuğun gerçek hayattaki basit uyaranlara karşı ilgisini azaltabilir. Araştırmalar, ekrana yoğun şekilde maruz kalmanın çocuklarda dikkat sürelerinde kısalma, dil gelişiminde yavaşlama ve empati becerilerinde azalma gibi etkilerle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır (Christakis et al., 2018). Özellikle hızlı tempolu çizgi filmler, sürekli değişen sahnelerle çocuğun dikkat sistemini gerçek dünyaya kıyasla yapay bir uyarılma düzeyine maruz bırakır.

Dijital Uyaranlarla Gerçek Yaşam Arasında Dengesizlik

   Bir çocuğun beyni, yüz ifadelerini okumayı, empati kurmayı, sırayla konuşmayı – yani tüm sosyal becerileri – birebir etkileşimlerle öğrenir. Ancak ekran karşısında geçirilen uzun saatler bu doğal öğrenme sürecini sekteye uğratabilir. “Ekrana konuşmak”, bir insana konuşmak gibi değildir. Tepki yoksa öğrenme de eksik kalır. Bu nedenle Amerikan Pediatri Akademisi, 2 yaş altındaki çocuklar için ekran süresini hiç olmaması gerektiğini belirtirken, okul öncesi dönemdekiler için de günde maksimum 1 saat öneriyor (APA, 2016).

Sadece Ne Kadar Değil, Ne Tür Olduğu da Önemli

Ekran süresi denildiğinde çoğu zaman sadece “kaç saat” sorusu gündeme gelir. Oysa aslında en az süre kadar, ekranın içeriği ve bu sürecin nasıl yaşandığı da belirleyicidir. Örneğin, bir çocuğun ebeveyniyle birlikte oturup yaşına uygun bir belgeseli izleyip üzerine sohbet etmesi, dil gelişimi, merak duygusu ve sosyal etkileşim açısından değerli bir deneyim olabilir. Aynı zamanda ekranla kurulan bu ilişki, çocuk için pasif bir maruz kalma değil, etkileşimli bir öğrenme sürecine dönüşür. Öte yandan, çocuğun yalnız başına eline verilen tabletle saatlerce reklam içeren, hızlı kurgulanmış çizgi filmler izlemesi hem aşırı uyarılmaya yol açar hem de zihinsel yorgunluğu artırabilir. Özellikle otomatik oynatma özelliğiyle gelen videolar arasında kontrolsüz geçişler, çocuğun kendi içsel sınırlarını fark etmesini ve dikkat süresini yönetmesini zorlaştırır. Aynı içerik bile, birlikte izlenip üzerine konuşulursa gelişim için bir fırsat olurken, tek başına izlendiğinde zihinsel ve duygusal izole bir deneyime dönüşebilir. Bu nedenle çocukların ekranla kurduğu ilişkiyi değerlendirirken yalnızca “ne kadar?” değil, “nasıl?” ve “neyle?” soruları da sorulmalıdır. Çocukların ekranla kurduğu ilişkinin ebeveyn gözetiminde ve yönlendirmesiyle sürdürülmesi, gelişimleri açısından oldukça önemlidir.

Dijital Oyunlar mı, Fiziksel Oyunlar mı?

Bugünün çocukları artık kaydıraktan kaymak yerine, parmaklarını ekran üzerinde kaydırıyor. Dışarıda koşmak, ip atlamak ya da kumla oynamak gibi fiziksel deneyimlerin yerini; dokunmatik ekranlarda oynanan oyunlar, çizgi filmler ve uygulamalar almış durumda. Ancak çocuk gelişiminde hareketin yerini hiçbir dijital deneyim dolduramaz. Fiziksel oyunlar; motor becerilerin gelişimi, denge sağlama, kas koordinasyonu ve hatta yürümeyi öğrenme süreci ile doğrudan ilişkilidir. Aynı zamanda çocuk, fiziksel oyunlar sırasında çevresiyle etkileşime geçer, sınırlarını test eder, problem çözer, bedenini ve riskleri tanır. Tüm bu süreçler, sadece fiziksel değil aynı zamanda bilişsel, sosyal ve duygusal gelişim açısından da büyük katkı sağlar. Dijital oyunlar belirli ölçüde dikkat, tepki süresi ve problem çözme becerilerini destekleyebilir. Ancak uzun süreli kullanım, çocuğu pasif bir izleyiciye dönüştürür ve bedenin doğal hareket ihtiyacını bastırır. Hareketsizlikle birlikte odaklanma süresi kısalabilir, uykusuzluk, kas zayıflığı, hatta obezite riski gibi fiziksel sorunlar baş gösterebilir.

Çocuklar oyun oynarken sadece eğlenmez; aynı zamanda dünyayı tanır, kuralları öğrenir, duygularını ifade eder ve ilişki kurmayı deneyimler. Bu nedenle dijital ve fiziksel oyunlar arasında denge kurulması, çocuğun çok yönlü gelişimi açısından hayati öneme sahiptir.

Ekranlar hayatın bir parçası; yasaklamak değil, dengeli bir kullanım öğretmek gerekiyor. Asıl hedef; çocuğun çevresiyle temas kurduğu, oyun oynadığı, soru sorduğu ve hayal ettiği bir ortam yaratmak. Çünkü bir çocuk, sadece izleyerek değil, dokunarak, koşarak, düşerek ve hissederek gelişir.

Erken yaşta dijital maruziyet, bir çocuğun geleceğini şekillendiren görünmez bir fırça olabilir. Ancak bu fırçanın yönü ebeveynin ve toplumun bilinçli rehberliğiyle çizilebilir.

Psikolog İrem UYSAL

Kaynakça

American Academy of Pediatrics (AAP). (2016). Media and Young Minds. Pediatrics, 138(5), e20162591.

Christakis, D. A., Ramirez, J. S. B., Ferguson, S. M., Ravinder, S., & Ramirez, J. M. (2018). How early media exposure may affect cognitive function: A review of results from observations in humans and preclinical models. Proceedings of the National Academy of Sciences, 115(40), 9851–9858.

Kolb, B., & Gibb, R. (2011). Brain plasticity and behaviour in the developing brain. Journal of the Canadian Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 20(4), 265–276.

Shonkoff, J. P., Boyce, W. T., & McEwen, B. S. (2012). Neuroscience, molecular biology, and the childhood roots of health disparities: Building a new framework for health promotion and disease prevention. JAMA, 301(21), 2252–2259.

Hoşuna Gidebilecek Olan Yazılar

Read More