Genel Psikoloji Yaşam

KOŞULLAR KARŞISINDA HAYIR DİYEMEYEN KENDİNE EVET DİYEMEZ !

 

Koşullar Karşısında Hayır Diyemeyen, Kendine Evet Diyemez!

Zaman, Ortam ve Bilişsel Yük Dinamikleri Arasında Hayır Demenin Psikolojisi Durumsal Perspektiften Bir Değerlendirme

Stj. Psk. Merve Taşbakan

Bazı anlar vardır; içimizden “hayır” demek gelir ama ortam, zaman ya da koşullar bu sözcüğü söylemeyi neredeyse imkânsız kılar. Karar vermek için yeterli sürenin olmadığı, ortamın beklentilerle yüklü olduğu ya da resmi bir dil taşıdığı ve zihinsel yoğunluk nedeniyle iç sesimizin duyulamadığı anlar olur. Bu bağlamda“Hayır” deme davranışı sadece kişilik özelliklerinden ya da sosyal etkilerden değil; aynı zamanda bireyin içinde bulunduğu durumsal bağlamdan da belirgin biçimde etkilenir.

Günlük yaşamda birçok kişi, zamanı yönetemediği, ortam karşısında sıkışmış hissettiği ya da zihinsel olarak tükenmiş olduğu için “evet” demeyi daha güvenli bir seçenek olarak görür. Bu durum, bireysel sınırların aşılmasının yanı sıra karar sorumluluğunun da dış koşullara bırakılması anlamına gelir. Oysa kişi, hayır deme hakkını elinden alanın çoğu zaman başkaları değil, içinde bulunduğu bağlam olduğunu fark etmeyebilir.

Üstelik bu bağlamlar her zaman kendiliğinden oluşmaz. Karar süresi bilinçli biçimde daraltılmış, ortamın dili resmileştirilmiş ya da seçenekleri değerlendirme fırsatı engellenmiş olabilir. İş görüşmeleri, tıbbi onam süreçleri, siyasi yönlendirmeler ya da kamusal oylamalar gibi alanlarda bu tür görünmez baskı mekanizmaları, bireyin karar özgürlüğünü sessizce kısıtlayan birer araç haline gelebilir.

Yazı dizimizin son yazısı “hayır” deme becerisini zayıflatan bu durumsal etkileri dört ana başlık altında inceleyecektir. Bu dinamiklerin her biri, bireyin sınırlarını koruma kapasitesini, çoğu zaman fark edilmeden dönüştürme gücüne sahiptir.

 

Zaman Baskısı (Time Pressure)

Karar Verme Süresi Kısıtlanmış Bağlamlarda Hayır Diyebilmek

 

“Şimdi karar vermelisin!” ifadesi, çoğu zaman bireyin karar verme özgürlüğünü sınırlandıran ilk adımdır. Zaman baskısı altında verilen kararlar, genellikle hızlı tepki gerektiren durumlara uyum sağlamak için geliştirilen zihinsel kestirme yollarla (heuristics) şekillenir. Ancak bu hızlı süreç, özellikle “hayır” demek gibi çatışma riski barındıran kararlarda, bireyin kendi sınırlarını gözetmeden “evet” deme eğilimini artıran bir dinamik olarak önümüze çıkar.

Psikoloji literatüründe bu süreç, heuristic-based processing olarak tanımlanır. Kişi, sınırlı süre içinde detaylı düşünmeye fırsat bulamaz; bu nedenle sosyal uyum, otoriteye itaat ya da ilişkiyi sürdürme gibi daha az riskli görünen seçeneklere yönelir (Kahneman, 2011).

Zaman baskısı, özellikle yüksek kaygıya yatkın bireylerde “hayır” demeyi sadece zor değil, çoğu zaman imkânsız hale getirebilir. Çünkü karar süreci hızlandıkça birey duygusal tepkilerini dengeleyemez, sınırlarını hatırlayamaz ve karşısındakinin beklentilerine göre şekil alma eğilimi gösterir.

Günümüzde birçok kişi ya da kurum, karar süresini kısıtlayarak birey üzerinde dolaylı baskı oluşturur. Satış temsilcisinin “bu teklif sadece bugün geçerli” demesi, anketörün acele yanıt istemesi ya da siyasi bir liderin kalabalığı aniden herhangi bir slogana yönlendirmesi… Bunların her birinde zaman baskısı, karşımızasadece bir ikna aracı olarak çıkmaz. Aynı zamanda güçlü bir manipülasyon aracına dönüşür.

Zaman baskısı arttıkça, bireyin “hayır” deme kapasitesi o oranda zayıflar. Bu nedenle sağlıklı sınır koyabilmek, sadece kişisel kararlılıkla değil; aynı zamanda düşünmeye zaman tanıyan bir iletişim kültürünün varlığıyla mümkündür.

Formel ve Samimi Ortamlar ‘Hayır’larımızı Nasıl Etkiler?

(Formal vs. Informal Setting)


Verilen bir karar, sadece içeriğiyle değil; nerede ve kimlerin huzurunda alındığıyla da biçimlenir. Bireyin “hayır” deme davranışı, bulunduğu sosyal ortamın doğasına göre farklı anlamlar kazanır.
Resmi (formal) ortamlar, kişiyi daha çok kontrol altında tutarken; samimi (informal) ortamlar, sınırlarını ifade etme konusunda daha fazla özgürlük tanıyor gibi görünebilir.

Ancak bu özgürlük yüzeyde kalabilir. Formal ortamlarda —bir hastane, okul, kamu kurumu ya da iş görüşmesi gibi yapılarda— birey, statü farkları, kurumsal roller ve beklentiler arasında hareket eder. Bu tür ortamlarda “hayır” demek yalnızca kişisel bir tercih değil; aynı zamanda otoriteyle, sistemle ya da yerleşik düzenle bir sınır çizmek anlamına gelir (Goffman, 1959).

Samimi ortamlarda ise görünürde daha fazla rahatlık vardır. Ancak burada da ilişkisel dinamikler devrededir. Bir arkadaş ortamında ya da aile içinde “hayır” demek, bu kez hiyerarşik değil, duygusal sorumluluk nedeniyle zorlaşır. Karşı tarafı kırmama arzusu, içsel çatışmanın yeni bir biçimini doğurur.

Günümüzde dijital mecralar, bu ayrımı daha da bulanıklaştırmıştır. Sosyal medya platformları, bireyin hem görünür olma arzusunu hem de anonim kalabalıkların yargısını aynı anda deneyimlediği melez ortamlaryaratır. Bu alanlarda “hayır” demek; hem özel bir karar hem de kamusal bir tutum haline gelir. Bu da bireyin kendi sınırlarını tanımlama ve ifade etme sürecini doğrudan etkiler.

Yüksek Riskli ve Düşük Riskli Karar Süreçlerinde ‘Hayır’ Diyebilmek    (High-Stakes vs. Low-Stakes Decision)


Bireyin “evet” ya da “hayır” deme kararı, çoğu zaman o kararın doğuracağı sonuçlara bağlıdır. Sosyal psikolojide bu fark,
yüksek riskli (high-stakes) ve düşük riskli (low-stakes) kararlar üzerinden açıklanır. Buradaki temel ayrım, yalnızca kararın içeriğiyle değil; bireyin bu kararla birlikte göze alması gereken sonuçlarla ilgilidir.

Bazı durumlarda “hayır” demek, yalnızca bir talebi reddetmek değil; aynı zamanda bir fırsatı kaçırmak, bir ilişkiyi riske atmak, bir işi kaybetmek ya da sosyal çevreden dışlanmak anlamına gelebilir. Bu tür yüksek riskli bağlamlarda birey, bedeli ağır olabilecek bir “hayır” yerine, daha güvenli görünen bir “evet”i tercih edebilir. Özellikle ekonomik kaygılar, toplumsal baskılar ya da hayatın belirsiz geçiş dönemleri bu eğilimi güçlendirir (Tversky & Kahneman, 1981).

Tersine, düşük riskli kararlarda —örneğin hafta sonu bir planı reddetmek ya da bir mesajı yanıtsız bırakmak gibi— birey daha kolay “hayır” diyebilir. Kararın olası sonucu tehditkâr olmadığında, sınır koymak daha serbest bir davranışa dönüşür.

Bu çerçevede “hayır” demek, yalnızca kişisel irade göstergesi değil; aynı zamanda bir risk yönetimi biçimidir. Birey çoğu zaman “neyi reddettiğine” değil, “reddettiğinde ne olacağına” göre karar verir.


Bilişsel
Yük Seviyesi (Cognitive Load)

Bazen “hayır” demek için gereken şey irade değil, yalnızca yeterince zihinsel alan yaratabilmektir. Modern yaşamda birey, yalnızca karar vermekle değil; aynı zamanda karar alacak zihinsel boşluğu açmakla da mücadele eder. Zihinsel kapasitemizin sürekli uyaranlar, talepler ve dikkat bölünmeleriyle dolu olduğu bu ortamda, hayır deme becerisi doğrudan etkilenir.

Bu durum psikolojide bilişsel yük (cognitive load) kavramıyla açıklanır. Bireyin aynı anda işlemeye çalıştığı bilgi yoğunluğu arttıkça, düşünsel derinlik azalır. Böylece karar alma süreçleri basitleşir ve kişi otomatik ya da alışılmış tepkilere yönelir. Oysa hayır demek; değerlendirme, cesaret ve duygusal denge gerektirir. Bu nedenle yüksek bilişsel yük altında “hayır” diyebilmek zorlaşır (Sweller, 1988).

Örneğin, zihinsel olarak tükenmiş biri, gün sonunda istemediği bir talebe “evet” diyebilir — yalnızca çatışmaya girecek gücü kalmadığı için. Bu tür bir “evet”, iradeyle değil yorgunlukla verilmiş bir yanıttır.

Dijital dünyada bu etki daha da belirgindir. Sosyal medya platformları, hızlı tepki ve anlık onay üzerine kuruludur. Bu yapılar, bireyin durup düşünmesini değil; hızlıca uyum göstermesini ödüllendirir. Bu da “hayır” deme becerisini zamanla körelten, düşünme alanını daraltan bir kültür yaratır.

Koşulların İçinde, Kendine Sadık Kalabilmek

“Hayır” demek, sadece bir seçim değil; bir kimlik ifadesidir. Birey, her “hayır” ile dış dünyayla arasına bir sınır çizerken, kendi iç dünyasıyla buluşur. Ancak bu sınır koyma becerisi yalnızca kişisel irade ya da sosyal normlarla değil; aynı zamanda kararın verildiği bağlamın koşullarıyla da şekillenir.

Bu üç bölümlük yazı dizisinde gördüğümüz gibi, “hayır” deme davranışı; bireyin içsel değerleri (bireysel eksen), ait olduğu sosyo-kültürel yapı (sosyal eksen) ve içinde bulunduğu anın koşulları (durumsal eksen) ile birlikte örülen bir psikolojik süreçtir. Bu eksenler zaman zaman birbiriyle çatışabilir; ama bir araya geldiklerinde bireyin kimliğini besleyen sağlam bir zemin oluştururlar.

Gerçek özgünlük; yalnızca ne istediğini bilmek değil, bunu hangi koşullarda, nasıl dile getirebileceğini fark etmektir. Özgürlük ise sadece dış baskılardan sıyrılmak değil; baskıların içinde kendi sesini sürdürebilme gücünü bulmaktır.

Bu nedenle “hayır” demeyi öğrenmek, bir savunma refleksinden çok bir varoluş biçimine dönüşür. Zorlayıcı ilişkiler, karmaşık ortamlar ya da zihinsel yorgunluk içinde bile kendi değerlerine sadık kalabilen birey, yalnızca kendine değil; yaşadığı topluma da daha hakiki, sağlam ve etik bir katkı sunar. Çünkü sağlıklı bir toplum, koşullara teslim olmuş bireylerle değil; koşullar içinde kendi çizgisini koruyabilen benliklerle inşa edilir.

Kendi ‘Hayır’larımı ve Sessiz Onaylarımı Düşünürken Bir Fikir Olarak Ortaya Çıkan Bu Yazı Dizisinde;

Bireyin “hayır” deme davranışını; bireysel, sosyal ve durumsal bağlamlar kapsamında üç farklı perspektiften inceledik. Her bölüm, bu süreçte kararlarımızı etkileyen farklı yönleri aydınlatmayı amaçladı.

Tüm bu bilgilerin ışığında görüyoruz ki, “hayır” demek yalnızca bir davranış değil; kimliğe, değere ve içsel tutarlılığa yönelen bir adımdır. Ancak zaman zaman, kendi sınırlarımızı aşarak içsel onay taşımayan “evet”leri dile getiririz. Bu kabuller çeşitli gerekçelerle rasyonel görünse de, zamanla benliğimizden küçük parçalar koparabilir. Her biri kendi koşulları içinde değerlendirildiğinde makul bir zemine oturduğu halde, bu sessiz onaylar bir araya geldiklerinde bireyin yönünü, değerlerini ve iç tutarlılığını gölgede bırakabilir. Sonuçta yalnızca dış dünyadaki yerimiz değil, içsel bütünlüğümüz de silikleşir.

Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, The Sickness Unto Death (1849) adlı eserinde şöyle der:

“Tüm tehlikeler içinde en büyüğü, insanın kendini kaybetmesidir; bu, dünyada öylesine sessizce gerçekleşebilir ki, sanki hiç olmamış gibi görünür.”

Bu nedenle, içsel onayınızdan geçmeyen sessiz kabullerinize ve onların ardındaki mekanizmalara karşı uyanık kalın. Çünkü benlik bütünlüğü ve özgün bir varoluş, hayatın içinde kendi hakikatinize sadık kalmakla mümkün olur.

Farklı konularla yeniden görüşmek dileğiyle…

 

Kaynakça

  • Kahneman, D. (2011). Thinking, Fast and Slow. Farrar, Straus and Giroux.
  • Goffman, E. (1959). The Presentation of Self in Everyday Life. Anchor Books.
  • Tversky, A., & Kahneman, D. (1981). The framing of decisions and the psychology of choice. Science, 211(4481), 453–458.
  • Sweller, J. (1988). Cognitive load during problem solving: Effects on learning. Cognitive Science, 12(2), 257–285.

Hoşuna Gidebilecek Olan Yazılar

Read More